Bir tarafta çocuklarının hayatıyla, eğitimiyle, yetiştirilmesiyle çok ilgilenmeyen bir ebeveynlik modeli var; diğer tarafta da çocuklara zarar verecek derecede “Fazla Ebeveynlik” yapan bir model var. Bu modeldeki ebeveynler eğer çocuklarını her sıkıntıdan korumazlarsa, her olaya dahil olmazlarsa, her dakikalarını yönetmezlerse ve onları iyi bir üniversite veya kariyere yönlendirmezlerse; çocuklarının başarılı olamayacağını düşünüyorlar.
Çocukları bu şekilde yetiştirdiğimizde onları güvende tutuyoruz, yediriyoruz, içiriyoruz, doğru okullara gittiklerinden emin oluyoruz, doğru okullarda doğru sınıflara girdiklerinden emin olmak istiyoruz, doğru sınıflarda doğru notlar alacaklarını garantilemek istiyoruz, sadece doğru notlar almaları da yetmiyor, ödüller, övgüler, spor başarıları da kazansınlar istiyoruz, liderlik göstermelerini arzuluyoruz. Bunların hepsini kafamızdaki bir mükemmeliyet hayali için yapıyoruz. Çoğu zaman çocuklarımızın kişisel asistanı veya sekreteri gibi davranıyoruz. Bunları yaparken de geleceklerini mahvetmediklerinden emin olmak için zamanımızın büyük kısmını onları dürterek, kandırarak, onlara yardım ederek, ima ederek, dırdır ederek, onlarla pazarlık ederek geçiriyoruz.
Onlara “sadece mutlu olmanı istiyorum” diyoruz; fakat okuldan eve geldiklerinde çoğunlukla ilk sorduğumuz soru ödevleri ve notları hakkında oluyor ve yüzümüzdeki ifadeden onayımızın, sevgimizin, değerlerinin aldıkları iyi notlardan geçtiğini görüyorlar. Her geçen gün onları daha başarılı olmaları için ve daha çok çalışmaları için zorluyoruz. Sonunda liseye geldiklerinde; “neye ilgim var, hayatta ne yapmak istiyorum” diye sormak yerine; hangi üniversiteye nasıl girecekleri üzerine danışmanlık alıyorlar. Lisenin sonunda ise; tükenmiş, yorulmuş oluyorlar. “Hayat bunlara değecek mi” diye düşünüyorlar; bizlerse değeceğine eminiz; çünkü onlar için hayal ettiklerimiz gerçekleşmezse bir gelecekleri olmayacağından korkuyoruz; belki de “övüneceğimiz” bir gelecekleri olmayacağından korkuyoruz.
Fazla yardım ederek, fazla koruyarak, fazla yönlendirerek, fazla ellerini tutarak onları “kendilerine yetebilme” becerisinden mahrum bırakıyoruz. Kendine yetebilmek; davranışlarının yol açtığı sonuçları görmelerini gerektirir. Bunun için de çocukların daha fazla düşünme, planlama, karar alma, yapma, umut etme, baş etme, deneme & yanılma, hayal etme, ve hayatı kendileri için deneyimlemeyi tecrübe etmeleri gerekir. Bırakalım her şeyi kendileri mi yapsınlar diyorum? Hayır tabii ki öyle demiyorum. Fakat eğer notlar, ödüller ve övgüleri ileride iyi bir okula ve mesleğe girmek için çocukluğun amacı olarak görürsek; bu çocuklarımız için başarının çok dar bir tanımı olur diyorum. Fazla yardım ederek onlara belki kısa vadede bir şeyler kazandırırız; ancak uzun vadede “benlik” duygularını çalmış oluruz.
Üzerinde daha fazla çalışmamız gereken şey; onlara nereye giderlerse gitsinler başarılı olabilecekleri alışkanlıkları, düşünce şeklini, zindeliği kazandırmak. Notlarıyla daha az ilgilenip başarının temelini oluşturacak sevgi ve ev işlerini onlara çocuklukta vermemiz gerekiyor.
Evet, ev işleri diyorum. İnsanlar üzerinde en uzun vadeli çalışma olan Harvard Grant Study diyor ki; hayattaki profesyonel başarı çocukken ev işleri yapmaktan geçiyor. Ne kadar erken başlarsan o kadar iyi. Altındaki düşünce şekli şu: 1) Yapması tatsız olan fakat yapılması gereken işler var. Bunu yapan ben de olabilirim. 2) Bütünün iyileşmesi için ben nasıl katkımı sunabilirim?
Mutluluk insanları sevmekle başlıyor. Önce kendilerini sevmezlerse başkalarını sevemezler. Biz onlara koşulsuz sevgimizi vermezsek de kendilerini sevmeyi öğrenemezler.
O zaman ne yapmalıyız? Çocuklarımız okuldan, bizler de işten eve geldiğimizde teknolojiyi kapatıp, telefonlarımızı ortadan kaldırıp gözlerinin içine bakarak; saatler sonra onları görmekten duyduğumuz mutluluğu yüzümüzde görmelerine izin vererek “Günün nasıl geçti?”, “Bugünle ilgili en çok neyi sevdin?” diye sormalıyız. Biz sınavının nasıl geçtiğini merak ediyor olsak da; “öğle yemeğini sevdim” diye cevap verirse; onun verdiği cevapla ilgilendiğimizi göstererek “öğle yemeği hakkında harika olan neydi?” diye konuşmayı devam ettirmeliyiz. Bizim için not ortalamaları yüzünden değil; “insan” olarak değerli olduklarını bilmeliler.
Yukarıda yazanlar New York Times en iyi satanlar listesine girmiş “Bir Yetişkin Yetiştirmek” kitabının yazarı Julie Lythcott Haims’ın “Fazla Ebeveynlik Yapmadan Başarılı Çocuklar Nasıl Yetiştiririz” konulu TED konuşmasından yaptığım çeviri metni.
Lythcott-Haims diyor ki; “İtiraf etmeliyim ki; şimdi ergen olan 2 çocuğum var ve bir zamanlar ben de onlara birer küçük bonzai ağacı gibi davranıyordum. Onları kırparak, budayarak, ve mükemmel bir insan formunda şekil vererek yetiştirebileceğimi düşünüyordum. Daha sonra binlerce çocukla çalıştıktan ve kendiminkileri büyüttükten sonra öğrendim ki; çocuklarım bonzai ağaçları değiller. Onlar bilinmeyen bir cins ve türden gelen yaban çiçekleri. Ve benim işim onlara geliştirici ortamı sunmak, sevgi ve sorumluluk vererek onları güçlendirmek. Böylelikle başkalarını sevebilirler ve sevgi görebilirler. Üniversite, seçecekleri alan ve kariyer onlara kalmış. Benim işim onları benim olmalarını isteyeceğim insana dönüştürmek değil; onları kendilerinin muhteşemliğine dönüşürlerken desteklemek.”
Konuşmada Türkçe alt yazıya rastlayamadığım için olabildiğince büyük kısmını çevirerek aktarmak istedim. Konuşmanın orjinalini ve tamamını ilham veren videolar bölümünden izleyebilirsiniz.
Sevgilerimle.